Karaciğer yağlanması, medikal terminolojide Non-Alkolik Yağlı Karaciğer Hastalığı (NAFLD - Non-Alcoholic Fatty Liver Disease) olarak bilinen ve son zamanlarda Metabolik Disfonksiyon İlişkili Steatotik Karaciğer Hastalığı (MASLD) olarak yeniden adlandırılan yaygın bir karaciğer hastalığıdır (1). Bu hastalık, aşırı alkol tüketimi olmaksızın karaciğer hücrelerinde fazla yağ birikmesiyle karakterizedir. Normal bir karaciğerde az miktarda yağ bulunması doğaldır. Ancak karaciğerin ağırlığının yüzde 5-10'undan fazlası yağdan oluşuyorsa, bu durum yağlı karaciğer (steatoz) olarak tanımlanır (2). Karaciğer yağlanması, basit yağlanmadan (steatoz) daha ciddi bir form olan Non-Alkolik Steatohepatit'e (NASH veya MASH) kadar çeşitli evrelerde görülebilir. NAFLD, dünya çapında en yaygın karaciğer hastalığı haline gelmiştir. Küresel prevalans 1990-2006 döneminde yüzde 25,3 iken, 2016-2019 döneminde yüzde 38'e yükselmiştir (3). Günümüzde dünya nüfusun yaklaşık yüzde 30-38'ini etkileyen bu hastalık, Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık 100 milyon kişiyi etkilemektedir (1). Türkiye ve dünya genelinde obezite ve tip 2 diyabet sıklığının artmasıyla birlikte, NAFLD sıklığı da dramatik şekilde artmaktadır. Araştırmalar, 2040 yılına kadar dünyada karaciğer yağlanması sıklığının 55,7'ye ulaşacağını öngörmektedir (4). Özellikle endişe verici olan, hastalığın giderek daha genç yaşlarda görülmeye başlamasıdır.
Karaciğer yağlanmasının en sık nedeni, insülin direnci ve obeziteyle ilişkili metabolik sendromdur. Aşırı kalori alımı, özellikle rafine karbonhidratlar, şekerli içecekler ve trans yağlar karaciğer hücrelerinde yağ (trigliserid) birikimini artırır. Bununla birlikte fiziksel aktivite eksikliği, yüksek fruktozlu gıdalar, tip 2 diyabet, hiperlipidemi ve genetik yatkınlık da karaciğer yağlanmasının gelişiminde önemli rol oynar (5). Alkol dışı karaciğer yağlanması (NAFLD) günümüzde çocuklarda ve erişkinlerde hızla artmaktadır. Özellikle yüksek vücut kitle indeksi, düşük D vitamini düzeyi, bağırsak mikrobiyota dengesizliği ve bazı ilaçların (kortikosteroidler, östrojenler, antiepileptikler) uzun süreli kullanımı da karaciğer yağlanmasına katkıda bulunabilir.
Karaciğer yağlanması (hepatik steatoz), genellikle sinsi ilerleyen bir süreçtir ve hastalık birkaç evrede seyreder. Bu evreler, karaciğer hücrelerinde biriken yağ miktarına ve bu yağlanmanın karaciğer dokusunda oluşturduğu hasara göre sınıflandırılır (6). Erken dönemde fark edilmediğinde, tablo geri dönüşsüz hale gelebilir.
Bu evrede karaciğer hücrelerinde hafif düzeyde yağ birikimi vardır. Çoğu kişi herhangi bir belirti hissetmez ve durum genellikle tesadüfen yapılan ultrason veya kan testlerinde (ALT/AST yüksekliği) fark edilir. Evre 1’de karaciğer hücreleri henüz zarar görmemiştir ve beslenme düzeni, kilo kontrolü ve egzersizle tamamen normale dönebilir.
Bu aşamada karaciğer hücrelerinde iltihap (inflamasyon) başlar. Vücut, yağ birikimini zararlı olarak algılayarak bağışıklık yanıtı oluşturur ve bu da hücre hasarına yol açar. Kanda karaciğer enzimlerinde artış, halsizlik, sağ üst karın bölgesinde dolgunluk hissi görülebilir. Bu evre, hastalığın ilerlemesinde kritik dönüm noktasıdır; tedavi edilmezse fibrozis gelişebilir.
İltihap uzun süre devam ettiğinde karaciğer, kendini onarmak için bağ dokusu üretmeye başlar. Bu süreçte karaciğer dokusu sertleşir ve kan akımı bozulur. Fibrozis evresi, karaciğerin yenilenme kapasitesinin azalmaya başladığı dönemdir. Ancak erken müdahale (beslenme düzeni, kilo kaybı, insülin direncinin tedavisi) ile hasar kısmen geri döndürülebilir.
Hastalığın en ileri evresidir. Karaciğer dokusu yaygın şekilde skar (nedbe) dokusuna dönüşür, organın fonksiyonu ciddi biçimde bozulur. Bu dönemde karaciğer sertleşir, küçülür ve toksinleri temizleme kapasitesini kaybeder. Siroz geri dönüşsüzdür ve ileri vakalarda karaciğer yetmezliği veya karaciğer kanseri gelişebilir. Önemli bir nokta, fibrozis evresinin NAFLD hastalarında mortalite ve karaciğer hastalığı progresyonunun en önemli belirleyicisi olmasıdır (7). İleri fibrozis (F3-F4) olan hastalarda karaciğer ilişkili morbidite ve mortalite riski önemli ölçüde artar.
Karaciğer yağlanması genellikle bir şikayete neden olmaz ve tesadüfen saptanır. Tanı sürecinde laboratuvar testleri kritik rol oynar. Karaciğer fonksiyon testlerinde en önemli belirteçler şunlardır:
Alanin Aminotransferaz (ALT): Karaciğer hücrelerinde bulunan bir enzimdir. NAFLD'de tipik olarak hafif-orta derecede yükselme (normal üst sınırın 1-2 katı) görülür. ALT, karaciğere özgü bir enzim olduğu için karaciğer hasarını değerlendirmede özellikle kullanışlıdır (9).
Aspartat Aminotransferaz (AST): Karaciğer ve diğer dokularda bulunan bir enzimdir. NAFLD'nin erken evrelerinde ALT seviyesi genellikle AST seviyesinden yüksektir (AST/ALT oranı < 0,8). Ancak hastalık ilerledikçe ve fibrozis geliştikçe, AST seviyeleri artarak AST/ALT oranı yükselir (> 1) (9).
Gama-Glutamil Transferaz (GGT): Karaciğer hasarında yükselebilir ve NAFLD tanısında destekleyici bir bulgu olarak kullanılır (9).
Önemli Bir Not: Normal Enzim Seviyeleri NAFLD'yi Dışlamaz
Kritik bir nokta, NAFLD hastalarının yaklaşık yüzde 25'inde karaciğer enzimlerinin normal olabileceğidir (10). Bu nedenle, normal ALT ve AST seviyeleri NAFLD tanısını dışlamaz.
Diğer Laboratuvar Testleri
Lipid Profili: Yüksek trigliserit, yüksek LDL kolesterol ve düşük HDL kolesterol seviyeleri sıklıkla görülür.
Açlık Kan Şekeri ve HbA1c: İnsülin direnci ve diyabet değerlendirmesi için ölçülür.
Tam Kan Sayımı: Trombosit sayısı, siroz gelişiminde azalabilir.
Albumin ve Protrombin Zamanı (INR): Karaciğer sentez fonksiyonunu değerlendirir.
Viral Hepatit Serolojisi: Diğer karaciğer hastalıklarını ekarte etmek için gereklidir.
NAFLD tanısı, klinik değerlendirme, laboratuvar testleri ve görüntüleme yöntemlerinin kombinasyonu ile konulur. NAFLD, öncelikle bir dışlama tanısıdır. Tanı konulabilmesi için:
Ultrasonografi: En sık kullanılan ilk görüntüleme yöntemidir. Karaciğerde yağ birikimini gösterebilir, ancak yüzde 20'nin altındaki hafif steatozu saptamada yeterince hassas değildir (9). Ultrason, karaciğer dokusundaki yağ birikimini “eko artışı” olarak gösterir.Avantajı hızlı, ucuz ve radyasyon içermemesidir. Ancak hafif yağlanma durumlarında duyarlılığı sınırlı olabilir.
Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRI): Karaciğer yağ içeriğini ve fibrozisi değerlendirmede en hassas yöntemdir, ancak maliyetli olması nedeniyle rutin taramada kullanılmaz.
Transient Elastografi (FibroScan): Karaciğer sertliğini ölçerek fibrozis derecesini invaziv olmayan bir şekilde değerlendirir. Aynı zamanda yağ içeriğini de ölçebilen (Controlled Attenuation Parameter - CAP) bu yöntem, NAFLD tanısında giderek daha fazla kullanılmaktadır.
Karaciğer biyopsisi, uzun yıllar boyunca karaciğer hastalıklarının tanısında altın standart yöntem olarak kabul edilmiştir. Ancak günümüzde gelişen görüntüleme teknikleri ve non-invaziv fibrozis skorlama sistemleri sayesinde, artık her hastada biyopsi yapılması gerekmemektedir (8).
Biyopsi, ince bir iğne ile karaciğerden küçük bir doku örneği alınarak yağlanma, iltihap (hepatit) ve fibrozis derecesinin mikroskobik olarak değerlendirilmesini sağlar. Fakat bu işlem her zaman gerekli değildir; çünkü invazivdir, nadir de olsa kanama, ağrı veya enfeksiyon gibi komplikasyonlar riski taşır.
Karaciğer yağlanması çoğu zaman belirti vermediği için genellikle masum bir durum gibi algılanır; ancak bu doğru değildir. Erken dönemde fark edilmez ve yaşam tarzı düzenlenmezse, karaciğer yağlanması ciddi ve kalıcı hasarlara yol açabilir. Başlangıçta yalnızca karaciğer hücrelerinde yağ birikimi söz konusuyken, zamanla bu tablo iltihap (steatohepatit) ve fibrozis (bağ dokusu oluşumu) ile ilerleyebilir. Bu süreç geri döndürülmez hale geldiğinde ise siroz veya karaciğer kanseri (hepatoselüler karsinom) gelişme riski ortaya çıkar. Karaciğer yağlanmasının en tehlikeli yönü, sessiz ilerlemesidir.Birçok kişi yıllarca belirti hissetmeden yaşarken, karaciğer dokusunun büyük bölümü hasar gördüğünde hastalık fark edilir. Bu nedenle, karaciğer enzimlerinde yükselme, karın sağ üst bölgesinde ağrı, halsizlik veya iştahsızlık gibi belirtiler ciddiye alınmalıdır. Ancak erken evrede fark edilen karaciğer yağlanması tamamen geri döndürülebilir. Düzenli egzersiz, kilo kontrolü, rafine karbonhidratlardan kaçınma, yeterli protein alımı ve antioksidanlardan zengin bir diyet ile karaciğer dokusu yeniden sağlıklı yapısına kavuşabilir.
Karaciğer yağlanmasının günümüzde spesifik bir ilaç tedavisi bulunmamaktadır. Tedavinin temel amacı, yağ birikimine neden olan metabolik faktörleri ortadan kaldırmak ve karaciğerin kendi kendini yenilemesini desteklemektir. Bu nedenle tedavi süreci, yaşam tarzı değişiklikleri, beslenme düzeni ve metabolik kontrolün sağlanması üzerine kuruludur.
Karaciğer yağlanmasının en etkili tedavi yöntemi sağlıklı ve dengeli bir beslenme planıdır.
Kilo kaybı, karaciğer yağlanmasının gerilemesinde en önemli faktördür.Toplam vücut ağırlığının %7-10’unun kaybedilmesi bile karaciğerdeki yağlanmayı anlamlı biçimde azaltır.Haftada en az 150 dakika orta tempolu egzersiz (yürüyüş, yüzme, bisiklet) önerilir. Egzersiz, insülin direncini azaltarak hem yağlanmayı hem de iltihabı geriletir.
Alkol alımı, karaciğer hücrelerinde hasarı hızlandırır ve mevcut yağlanmayı ağırlaştırır. Düşük fibrozis riski olan NAFLD hastalarında (FIB-4 < 1,30) erkeklerde haftada 4-5 içki, kadınlarda 3-4 içki kabul edilebilir sınırlar içindedir. Ancak sirozlu hastalarda tamamen kesilmesi önerilir (9). Ayrıca bazı ilaçlar (kortikosteroidler, östrojenler, antiepileptikler) karaciğer üzerinde yük oluşturabilir; bu ilaçların kullanımı mutlaka hekim kontrolünde değerlendirilmelidir.
Tip 2 diyabet, hiperlipidemi, hipertansiyon ve obezite gibi durumlar karaciğer yağlanmasını hızlandırır. Bu hastalıkların kontrol altına alınması tedavinin başarısını belirler. Gerekli durumlarda hekim, metformin, E vitamini veya insülin duyarlılığını artıran ilaçlar önerebilir.
Fonksiyonel tıp yaklaşımında, karaciğerin detoksifikasyon kapasitesi ve mitokondriyal enerji üretimi de desteklenir. Magnezyum, çinko, selenyum, kolin, inositol ve omega-3 yağ asitleri karaciğer hücrelerini onaran önemli mikronutrientlerdir. Ayrıca bağırsak mikrobiyotasının düzenlenmesi (probiyotik ve lif desteği) inflamasyonu azaltarak karaciğerin yükünü hafifletir.
Sonuçta;
Karaciğer yağlanması (NAFLD), modern toplumda giderek artan bir sağlık sorunudur ve metabolik sendromun karaciğer bulgusu olarak değerlendirilmelidir. Hastalık spektrumu basit yağlanmadan karaciğer sirozuna kadar uzanır ve fibrozis evresi prognozu belirleyen en önemli faktördür. NAFLD genellikle asemptomatik olduğu için, risk faktörlerine sahip bireylerde tarama ve erken tanı önemlidir. Yaşam tarzı değişiklikleri tedavinin temel taşını oluşturur ve erken evrelerde hastalık tamamen tersine çevrilebilir. Sağlıklı beslenme, düzenli egzersiz ve ideal kilo yönetimi ile NAFLD gelişimi önlenebilir veya ilerlemesi durdurulabilir. Risk faktörlerine sahip bireyler ve NAFLD tanısı alan hastalar, düzenli tıbbi takip altında olmalı ve multidisipliner bir yaklaşımla yönetilmelidirler.
Kaynaklar