Çocukluk çağında tekrarlayan enfeksiyonlar, hem çocukların yaşam kalitesini olumsuz etkileyen hem de aileler için endişe kaynağı olan önemli bir sağlık sorunudur. Özellikle kreş ve okul çağındaki çocuklarda sık enfeksiyon geçirilmesi, sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Bu makalede, çocuklarda sık hastalanmanın nedenleri ve bağışıklık sistemini güçlendirmek için uygulanabilecek kanıta dayalı yaklaşımlar ele alınacaktır.
Çocuklarda "sık hastalanma" kavramı, tıbbi literatürde belirli yaş grupları için tanımlanmış kriterler doğrultusunda değerlendirilmektedir. Bir yaşın altındaki infantlarda yılda 6-8, 1-3 yaş arası çocuklarda yılda 6, okul öncesi dönemde (3-5 yaş) yılda 5-6 ve okul çağındaki çocuklarda yılda 3-4 enfeksiyon geçirilmesi fizyolojik sınırlar içerisinde kabul edilmektedir (1). Bu sayıların üzerinde enfeksiyon geçirilmesi durumunda, sık hastalanma olarak tanımlanmaktadır.
Sık hastalanan çocukların büyük çoğunluğunda ciddi bir immün yetmezlik bulunmamaktadır. Ancak tekrarlayan enfeksiyonlar, çocuğun yaşam kalitesinde düşüşe, okul devamsızlığına ve ailelerde önemli kaygı düzeyine neden olmaktadır. Pediatrik popülasyonda en sık karşılaşılan enfeksiyonlar; üst solunum yolu enfeksiyonları (soğuk algınlığı, farenjit, otitis media), alt solunum yolu enfeksiyonları (bronşit, bronşiolit) ve gastrointestinal sistem yani mide bağırsak sistem enfeksiyonlarıdır.
Çocuklarda sık hastalanma, özellikle okul ve kreş döneminde çok yaygın bir durumdur. Aslında bu durum çoğu zaman bağışıklık sisteminin doğal gelişim sürecinin bir parçasıdır. Ancak bazı durumlarda, sık enfeksiyonlar bağışıklık zayıflığına veya çevresel faktörlere işaret edebilir.
Çocukların bağışıklık sistemi erişkinlere göre henüz tam olgunlaşmamıştır. Özellikle 0–6 yaş arası dönemde viral üst solunum yolu enfeksiyonları çok sık görülür. Yılda 6–8 kez geçirilen soğuk algınlığı çoğu çocukta normal kabul edilir. Bu süreçte bağışıklık sistemi, mikroplarla karşılaşarak kendini “eğitir” ve güçlenir (2).
Kalabalık ortamlarda çocukların birbiriyle yakın teması bulaşıcı enfeksiyonların kolay yayılmasına neden olur. Ortak kullanılan oyuncaklar, sınıf havasının yetersiz havalandırılması ve sık temas yolları virüslerin hızlı yayılımına zemin hazırlar. Özellikle sonbahar–kış aylarında solunum yolu enfeksiyonları bu nedenle artar.
Bağışıklık sisteminin güçlü kalması için dengeli beslenme büyük önem taşır. D vitamini, çinko, demir, omega-3 yağ asitleri ve eser element eksiklikleri bağışıklık yanıtını zayıflatabilir. Yetersiz beslenme, enfeksiyonlara yatkınlığı artıran önemli bir risk faktörüdür.
Yetersiz uyku, stresli yaşam koşulları, kapalı ortamlarda fazla zaman geçirilmesi ve fiziksel aktivite eksikliği bağışıklık sistemini baskılayabilir. Uyku sırasında salgılanan büyüme hormonu ve melatonin, bağışıklık hücrelerini aktive eden önemli bileşenlerdir.
Hava kirliliği, pasif sigara dumanı, düşük nem oranı ve kapalı alanlarda uzun süre kalmak solunum yollarının savunma bariyerini zayıflatır. Bu da virüslerin vücuda girişini kolaylaştırır.
Bağışıklık sistemi, vücudumuzu virüsler, bakteriler, mantarlar ve parazitler gibi zararlı mikroorganizmalara karşı koruyan karmaşık ama mükemmel bir savunma ağıdır. Bu sistem yalnızca hastalıklarla savaşmakla kalmaz, aynı zamanda bedenin dengesini (homeostaz) korur ve iyileşme süreçlerini yönetir. Bağışıklık sistemini bir “ordu” gibi düşünebiliriz:
İlk savunma hattı düşmanı fark eder, İkinci hat düşmanı tanır ve özel bir yanıt oluşturur,, Bağışıklık hafızası ise gelecekte aynı mikropla karşılaşıldığında hızlı bir şekilde saldırıya geçer.
Bu sistem, vücudun mikroplara karşı doğal olarak sahip olduğu savunma mekanizmasıdır.
Vücut mikroplarla karşılaştıkça onları tanımayı öğrenir ve özel bir savunma geliştirir.
Bu mekanizma aşıların da temelini oluşturur: Vücut mikropla tanışır, onu tanır ve gerçek enfeksiyon geldiğinde hazır hale gelir.
Bağışıklık sistemimizin yaklaşık %70’i bağırsaklarımızda yer alır. Bu nedenle bağırsak mikrobiyotası, yalnızca sindirimde değil, bağışıklık sisteminin eğitilmesi, güçlendirilmesi ve denge içinde çalışması açısından da kritik öneme sahiptir. Yeni doğan bir bebeğin bağışıklık sistemi henüz olgun değildir. Bağırsak florası, ilk günden itibaren bağışıklık hücreleriyle iletişime geçerek onların “zararlı” ve “zararsız” mikroorganizmaları ayırt etmesini öğretir.Bu süreçte:
Bağırsak mukozası, bir tür “koruyucu duvar” gibidir. Sağlıklı mikrobiyota bu bariyerin bütünlüğünü korur. Bu sayede:
Eğer bu denge bozulursa (örneğin antibiyotik kullanımı, kötü beslenme, stres), bağırsak geçirgenliği artabilir ve bağışıklık sistemi sürekli uyarı altında kalabilir.
Sık enfeksiyon geçiren çocuklarda klinik yaklaşım, yalnızca mevcut enfeksiyonların tedavisine odaklanmamalı; aynı zamanda bağışıklık sisteminin fonksiyonel kapasitesinin artırılmasına, çevresel risk faktörlerinin azaltılmasına ve altta yatan olası immün yetmezlik ya da predispozan durumların araştırılmasına yönelik olmalıdır. Bu kapsamda koruyucu hekimlik, yaşam tarzı düzenlemeleri ve aşılama programlarının eksiksiz uygulanması temel stratejiler arasında yer almaktadır.
El hijyeni, solunum ve gastrointestinal sistem kaynaklı enfeksiyonların bulaşını önlemede en temel ve etkili yöntemlerden biridir. Çocuklara doğru el yıkama alışkanlığının erken dönemde kazandırılması, enfeksiyon sıklığını anlamlı ölçüde azaltabilir.
Toplum kaynaklı enfeksiyonların büyük bir bölümü basit hijyen önlemleri ile önlenebilir niteliktedir.
Uyku, immün sistemin homeostatik dengesinin korunmasında kritik bir rol oynamaktadır. Yetersiz veya düzensiz uyku, özellikle doğal bağışıklık yanıtında görevli hücrelerin fonksiyonlarını bozarak enfeksiyonlara yatkınlığı artırabilmektedir.
Uyku hijyeninin sağlanması; bağışıklık fonksiyonları, büyüme hormonu sekresyonu ve genel nöroendokrin denge açısından önem taşır.
Fiziksel aktivitenin immün sistem üzerindeki etkileri literatürde iyi tanımlanmıştır. Yaşa uygun düzeyde egzersiz, immün yanıtın güçlenmesini desteklerken inflamatuar süreçlerin modülasyonuna da katkı sağlar.
Kronik stresin pediatrik popülasyonda da bağışıklık sistemi üzerine olumsuz etkileri mevcuttur. Uzun süreli stres, hipotalamo-hipofizer-adrenal aks üzerinden kortizol düzeylerini artırarak immün yanıtı baskılayabilir. Bu nedenle:
psikososyal stresin azaltılmasına ve immün fonksiyonların desteklenmesine yardımcı olur.
Rutin aşılama, çocukluk çağı enfeksiyonlarının önlenmesinde en güçlü ve bilimsel olarak kanıtlanmış koruyucu yöntemdir. Ulusal aşı takviminin eksiksiz uygulanması, hem bireysel bağışıklığın sağlanması hem de toplum bağışıklığının desteklenmesi açısından kritik öneme sahiptir. Aşılama eksikliklerinin saptanması ve hızla tamamlanması enfeksiyon sıklığını azaltan önemli bir adımdır.
Sık enfeksiyon geçiren pediatrik hastalarda bağışıklık sisteminin desteklenmesine yönelik yaklaşımlar, yalnızca çevresel faktörlerin düzenlenmesini değil; aynı zamanda gastrointestinal sistem mikrobiyotasının dengelenmesini ve vitamin-mineral eksikliklerinin giderilmesini de içermelidir. Mikrobiyota-immün sistem etkileşimi ve mikro besinlerin immün yanıt üzerindeki etkisi, son yıllarda pediatrik immünoloji alanında yoğun olarak araştırılmaktadır.
Gastrointestinal sistem, immün hücrelerin yaklaşık %70–80’inin yerleşik bulunduğu anatomik bölgedir ve mukozal bağışıklık yanıtının temel belirleyicisidir. Normal mikrobiyota dengesi, patojenlerin kolonizasyonunu önlemenin yanı sıra immün yanıtın regülasyonunda da rol oynamaktadır. Çeşitli randomize kontrollü klinik çalışmalar, belirli probiyotik suşlarının çocuklarda üst solunum yolu enfeksiyonlarının sıklığını ve süresini azaltabileceğini göstermektedir. Özellikle Lactobacillus ve Bifidobacterium türlerinin bu açıdan etkili olduğuna dair veriler mevcuttur (9).
Vitaminler, immün sistemin etkinliğinde kritik rol oynayan esansiyel mikro besinlerdir. Pediatrik yaş grubunda özellikle D vitamini eksikliği başta olmak üzere çeşitli vitamin yetersizlikleri enfeksiyonlara duyarlılığı artırabilir.
D vitamini, hem doğal (innate) hem de kazanılmış (adaptive) bağışıklık yanıtının düzenlenmesinde kilit rol oynar. Makrofaj aktivasyonu, antimikrobiyal peptid sentezi (örneğin katelisidin) ve inflamatuar yanıtın modülasyonu üzerinde etkilidir. Eksikliği, özellikle solunum yolu enfeksiyonlarına yatkınlığı artırmaktadır. Güneş ışığı, endojen D vitamini sentezi için başlıca kaynaktır. Ancak kış aylarında ya da sınırlı güneş maruziyeti olan çocuklarda suplementasyon gereksinimi doğabilir. Dozaj ve süre, serum 25(OH)D düzeylerine göre hekim tarafından belirlenmelidir.
C vitamini güçlü bir antioksidan olup, fagositoz, nötrofil migrasyonu ve antimikrobiyal aktiviteyi destekler. Eksiklik nadir görülse de, yetersiz sebze-meyve tüketimi çocuklarda risk faktörüdür. Turunçgiller, çilek, kivi, brokoli ve dolmalık biber iyi kaynaklardır. Yeterli alım, özellikle üst solunum yolu enfeksiyonlarının süresi ve şiddetini azaltabilir.
A vitamini, mukozal bariyerlerin bütünlüğünün korunmasında temel rol oynar. Eksiklik durumunda oral, nazal ve intestinal epitelde bariyer fonksiyonları zayıflar; bu da solunum ve gastrointestinal enfeksiyonlara duyarlılığı artırır. Karaciğer, yumurta, süt ürünleri, havuç, balkabağı ve kayısı iyi kaynaklardır.
B6, B9 (folat) ve B12 vitaminleri, lenfosit proliferasyonu, antikor sentezi ve sitokin üretiminde önemli görevler üstlenir. Özellikle B6 vitamini, IL-2 üretimi ve lenfosit aktivitesi üzerinde belirgin etkilere sahiptir. Tam tahıllar, et, yumurta ve yeşil yapraklı sebzeler zengin kaynaklardır.
E vitamini, hücresel düzeyde oksidatif hasara karşı koruyucu güçlü bir antioksidandır. Çocukluk döneminde immün fonksiyonların gelişimi için yeterli düzeylerde alımı önemlidir. Fındık, badem, ayçiçek yağı ve yeşil yapraklı sebzeler başlıca kaynaklardır.
Eser elementler (trace mineraller), organizmada çok düşük miktarlarda bulunmalarına rağmen, immün sistemin optimal fonksiyonu için vazgeçilmezdir. Bu mineraller, immün hücrelerin gelişimi, farklılaşması, sinyal iletimi ve antimikrobiyal savunma mekanizmalarında önemli rol oynar. Yetersiz alım veya biyoyararlanımın bozulması durumunda enfeksiyonlara karşı savunma zayıflamakta ve tekrarlayan enfeksiyonlara yatkınlık artmaktadır. Sık enfeksiyon geçiren pediatrik hastalarda iz element düzeylerinin değerlendirilmesi, hem koruyucu hem de destekleyici tedavi planının önemli bir parçasını oluşturur.
Çinko: Çinko, immün sistemin normal fonksiyonu için en kritik minerallerden birini oluşturmaktadır. T lenfosit gelişimi, natural killer (NK) hücre aktivitesi ve sitokin üretimi için esansiyeldir. Çinko eksikliği, enfeksiyonlara karşı duyarlılıkta belirgin artışa neden olmaktadır. Klinik çalışmalar, çinko suplementasyonunun çocuklarda solunum yolu enfeksiyonlarının süre ve şiddetini azaltabileceğini göstermiştir (6). Kırmızı et, kabuklu deniz ürünleri, tam tahıl ürünleri, baklagiller, fındık ve tohumlar çinko açısından zengin kaynaklardır. Ancak bitkisel kaynaklardaki çinkonun biyoyararlanımı hayvansal kaynaklara kıyasla daha düşüktür.
Selenyum: Selenyum, antioksidan savunma sisteminin önemli bir komponentidir. Glutatyon peroksidaz enziminin kofaktörü olarak görev yapmakta ve hücreleri oksidatif hasardan korumaktadır. Ayrıca T hücre proliferasyonunu ve NK hücre aktivitesini artırmaktadır. Selenyum eksikliği, viral enfeksiyonlara karşı duyarlılıkta artışa neden olabilmektedir. Brezilya fındığı (düşük miktarlarda yüksek etkinlik), deniz ürünleri, et, yumurta ve tam tahıl ürünleri iyi selenyum kaynakları arasındadır. Topraktaki selenyum içeriği coğrafi bölgelere göre farklılık göstermekte olup, bazı bölgelerde eksiklik riski daha yüksektir.
Demir: Demir, immün hücre proliferasyonu ve fagositoz için gereklidir. Ancak demir metabolizması kompleks bir yapıya sahiptir; hem eksiklik hem de aşırı demir düzeyleri enfeksiyonlara yatkınlıkta artışa yol açabilmektedir. Kırmızı et, tavuk, balık (hem demiri), mercimek, nohut, ıspanak (non-hem demiri) demir kaynakları arasındadır.
İyot: İyot, tiroid hormon sentezi için esansiyel olup dolaylı olarak immün sistemi etkilemektedir. İyotlu tuz kullanımı, eksikliğin önlenmesinde etkili bir yöntemdir.
Bakır: Bakır, immün hücre gelişimi ve fonksiyonu için gereklidir. Karaciğer, kabuklu deniz ürünleri, fındık ve tam tahıl ürünleri iyi kaynaklar arasındadır.
Bağışıklık sisteminin optimal düzeyde fonksiyon göstermesi; genetik, çevresel ve mikrobiyal faktörlerin yanı sıra beslenme durumu ile yakından ilişkilidir. Makro ve mikro besin öğelerinin yeterli ve dengeli alımı, çocuklarda enfeksiyonlara karşı savunma mekanizmalarının güçlendirilmesinde temel bir rol oynamaktadır. Özellikle sık enfeksiyon geçiren pediatrik hastalarda beslenme alışkanlıklarının düzenlenmesi, bağışıklık sisteminin desteklenmesinde önemli bir basamaktır.
Proteinler; antikorlar, sitokinler ve immün hücrelerin yapısal komponentlerinin temel yapı taşlarını oluşturur. Bu nedenle her ana öğünde kaliteli protein kaynaklarına yer verilmesi büyük önem taşır.
Omega-3 yağ asitleri, özellikle EPA (eikosapentaenoik asit) ve DHA (dokosahekzaenoik asit), antiinflamatuvar özellikleri sayesinde bağışıklık sisteminin regülasyonunda önemli rol oynar.
Prebiyotik lifler, intestinal mikrobiyotada yararlı bakterilerin büyümesini destekleyen substratlar olup bağışıklık sistemini dolaylı olarak güçlendirir. Sağlıklı bir mikrobiyota, mukozal immün yanıtın önemli bir düzenleyicisidir.
Antioksidan bileşikler (polifenoller, karotenoidler, C ve E vitamini gibi) oksidatif stresi azaltarak immün sistemin hücresel bütünlüğünü korur.
Mukozal bariyerlerin nemli kalması, patojenlerin girişinin engellenmesinde önemli bir faktördür. Yetersiz sıvı alımı, mukozal savunmanın zayıflamasına ve enfeksiyonlara yatkınlığın artmasına neden olabilir.
Yüksek miktarda rafine şeker, trans yağlar ve katkı maddeleri içeren işlenmiş gıdalar, inflamatuar süreçleri tetikleyerek bağışıklık yanıtını olumsuz etkileyebilir.
Sonuçta;
Çocuklarda sık hastalanma, multifaktöriyel bir durum olup yaklaşım da multidisipliner olmalıdır. Dengeli beslenme, yeterli uyku süresi, düzenli fiziksel aktivite, stres yönetimi ve uygun hijyen tedbirleri immün sistem sağlığının temelini oluşturmaktadır. Vitamin ve mineral eksiklikleri, bağışıklık sistemini negatif yönde etkilemektedir. D vitamini, çinko ve selenyum gibi mikro besinlerin yeterli alımı önem taşımakla birlikte, suplementasyon hekim kontrolünde gerçekleştirilmelidir. Her çocuğun bireysel özellikleri farklı olup standardize bir yaklaşım her olguda etkin olmayabilir.
Çocukluk dönemindeki enfeksiyonların, immün sistemin olgunlaşması için de bir eğitim süreci oluşturduğu unutulmamalıdır. Hedef, çocuğun steril bir ortamda tutulması değil, sağlıklı bir immün denge oluşturmasına katkı sağlamaktır.
Kaynakça